Almanya Federal Hükümetinin Göç, Mülteciler ve Entegrasyondan Sorumlu Devlet Bakanı Reem Alabali-Radovan’ın 11 Ocak’ta Berlin’de açıkladığı raporda, Almanya’da halkın yüzde 90’ının ülkede ırkçılık olduğuna inandığına ve yılda yaklaşık 22 bin aşırı sağcı saldırı gerçekleştiğine, her 24 dakikada bir aşırı sağcı suç işlendiğine dikkat çekildi.
İstinye Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Can Ünver, söz konusu raporu ve Almanya’daki Müslümanlara yönelik ırkçı ve ayrımcı tutumu değerlendirdi.
Ünver, Almanya’da inanç ve etnik kökene dayalı ırkçılık türünün 1980’li yıllarda ortaya çıktığını ve yıllar içinde arttığını belirterek, bugün Müslüman ve Türk karşıtlığının kamuoyunu esir edecek seviyeye ulaştığını söyledi.
Raporda yer alan “İslam karşıtı ırkçılık” başlığının önemli olduğuna vurgu yapan Ünver, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Rapor, mevcut koalisyon hükümetinin ırkçılık sorununa daha etkili yaklaşmak istediği şeklinde yorumlanabilir. Almanya’da özellikle bazı muhafazar medya kuruluşlarının rapora çok sıcak bakmamaları, kendi de göçmen kökenli Bakan Alabali-Radovan’ın geniş bir uzlaşı bulmakta zorlanacağını gösteriyor. Rapordaki ‘İslam karşıtı ırkçılık’ kavramının içselleştirilmesi önemli fakat raporun bir bölümünde entegrasyondan söz edilmesi, ırkçılığın müsebbibinin de ‘entegre olamayan göçmenler’ olduğu düşüncesini uyandırabilir. Maalesef raporun Alman hükümeti tarafından tümüyle kabul edilip uygulama belgesi haline getirileceğini sanmıyorum.”
Müslümanlar, Hristiyan ve hiçbir dine inanmayanlara oranla daha çok ayrımcılığa uğruyor
Ünver, rapora göre Müslümanların, Hristiyan ve hiçbir dine inanmayanlara oranla yüzde 55 daha fazla ırkçılığa maruz kaldığını vurgulayarak, Müslüman kimliğinin, ırkçı muamelelere “meşruiyet” kazandırmaya yettiğinin altını çizdi. Ünver şu ifadeleri kullandı:
“Almanya’da artan ırkçılık olaylarının birinci hedefi Müslüman Türk toplumudur. Yoğun nüfusumuz, dinamik yapımız ve özellikle son dönemde ortaya çıkan girişimciliğimiz Alman halkındaki antipatik bakışı güçlendirdi. Etnik, kültürel ve dini aidiyetimize karşı artan kabul edememe tavrı son derece yaygın. İslam’ın son 35-40 yılda görünürlüğünün artması İslam’ı ve Müslümanları doğrudan hedef haline getirdi. Almanya’da son yıllarda Arap mültecilerin sayısının artması kamuoyunun gündemini daha fazla meşgul ediyor. Arapların da büyük oranda Müslüman olması Türkler veya Araplar arasında ayrım yapılmadan aynı muamelelere maruz kalmalarına neden oluyor. Başka bir ifadeyle, Müslüman olmak bu muamelelere ‘meşruiyet’ kazandırıyor.”
Ünver, raporda ülkede 2021’de 54’ü ibadethane, mescit veya Müslüman toplumuna ait yapıları hedef alan 732 ırkçı saldırı kaydedildiğini belirterek, bu saldırıların aşırı sağ ve Neonazi bağlantılı olduğuna işaret etti.
Raporda, bildirilen ırkçı vakalar kadar tehdit ve baskı nedeniyle bildirilemeyen vakaların da bulunduğuna dikkat çekildiğini ifade eden Ünver, bu duruma Almanya’nın yabancı düşmanlığını göz ardı etmesi, fiili tedbirleri yeteri kadar almaması ve kurumsallaşan ırkçılığın önüne geçilememesinin sebep olduğunu dile getirdi.
Ünver, özellikle Alman toplumunda giderek artan ırkçılıktan aşırı sağcılar ve Neonazilerin beslendiğini anlatarak, ülkede kurumsallaşan ırkçılıkla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“Almanya’da ırkçılığın bu denli artması, kurumsallaşması ve siyasi kültürün de bu istikamete evirilmesi aşırı sağı ve onun parçası olan Neonazi hareketini güçlendirdi. Popülist söylemler, ırkçı düşünce, kanaat ve davranışlar ‘yeter artık, harekete geçelim ve bu göçmenlerden kurtulalım’ söylemine sarılan toplumsal katmanın en altındaki ırkçı şiddet yanlılarının kanını kaynatıyor. Irkçı şiddet her ne kadar bu alt katman mensuplarının marifeti gibi görünse de bu ideoloji orta sınıfın bizzat içine düştüğü krizin sonucu olarak değerlendirilmeli. “
Aşırı sağın yükselişi ve PEGIDA tehdidi
Ünver, Avrupa’nın pek çok yerinde İslami değerlere yapılan saldırıların Almanya’daki aşırı sağcı ve ırkçı yapılar tarafından karşılık bulduğunu belirtti. Son olarak Hollanda’nın Lahey ve İsviçre’nin Stockholm kentlerinde Kur’an-ı Kerim’e yapılan saldırılar karşısında Alman hükümetinin de tedbir ve olası eylemlere yönelik önlem alması gerektiğini belirterek şunları söyledi:
“Avrupa’da en büyük Müslüman nüfusunu ülkesinde barındıran Almanya, PEGIDA (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) hareketinin de menşe ülkesidir. İsveç ve Hollanda’daki meşum Kur’an-ı Kerim saldırısına Almanya’da sempati duyanların sayısı azımsanamaz. Alman hükümeti bu sempatinin eyleme dönüşme ihtimali nedeniyle tedirginlik yaşıyor ve bu durumun Alman iç barışını ciddi biçimde bozacağı endişesini taşıyor. Nitekim Hollanda’daki PEGIDA liderinin Müslüman karşıtı eylemi, benzeri girişimlerin yaygınlaşma kabiliyeti olduğunu hemen gösterdi. Bu noktada Avrupa ana-akım siyasetinin ortaya çıkan yeni İslam nefreti furyasına karşı etkili tedbir alıp almayacağı merakla bekleniyor.”
Almanya’da Müslümanlara yönelik ırkçılık
Bakan Alabali-Radovan, raporu açıkladığı toplantıda “Araştırmamızda halkın yüzde 22’si ırkçılığa maruz kaldığını ifade etti. Yüzde 90’ı da ‘ülkemizde ırkçılık var’ dedi. Bu önemli bir bulgu. Bu bulgulara göre ırkçılığa karşı mücadelede son birkaç yılın ihmalkarlıklarını telafi edebilir ve harekete geçebiliriz.” ifadesini kullanmıştı.
İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Aralık 2022’de 16’ncı Almanya İslam Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ülkede her gün ırkçı olayların meydana geldiğini ve Müslümanların iki kat daha fazla ırkçılığa maruz kaldığını belirtmişti. Faeser, “Ülkede Müslümanlar iki kat daha fazla ırkçılık yaşıyor. İslam dininin mensupları aynı zamanda göçmen kökenli kişiler olarak sık sık düşmanlık ve reddedilme ile karşı karşıya kalıyor.” değerlendirmesinde bulunmuştu.